2 Haziran 2015 Salı

EFENDİMİZ’İN (S.A.V) AFFI VE BAĞIŞLAMASI



Af ve bağış kelimeleri lugat olarak ‘’ birsey yok etmek, izni  gidermek, silip süpürmek, fazlalık’’ anlamlara gelir. Ahlak  olarak ‘’kötülük ve haksızlık yapanları, suç ve günah işliyenleri,hatalı davrananları cezalandırmaktan vazgeçmek’’ manasında kullanılır.
İnsanı değerlerin en önemlilerinden biri de şüphesiz affedici ve bağışlayıcı olmaktır. Bu zaviyeden bakıldığında da Efendimiz’in ahlakına hayran olmamak elde değildir. Çünkü Efendimiz (s.a.v) intikam almaya kudreti varken her daim affetmeyi tercih ederdi. Kendisini mahrum edene veriri, zulmedeni bağışlardı. Düşmanın en şiddetlisi cahil olandır. Zira böyle bir düşmanın kuralı ve hesabı yoktur. Resulullah’a da böyle biri yirmi üç sene düşmanlık etmiştir. Müşrikler onunla eğlenmişler, aşağılamışlar hatta öldürmek için çabalamışlardır. Kendi şehrinde, kendi insanları, ‘’boykot yılları ’’ diye bilinen yıllarda kız alıp vermeyi, alışverişi hatta selamı bile kesmişlerdi. Bir yudum sudan  ve bir lokma ekmekten  mahrum etmişlerdi. O ise yıllar sora Mekke’yi fetheden İslam ordusunun kumandanı olarak şehre girerken, kendisine tüm bu zulüm ve  eziyetleri  reva görenleri affederek onlara ‘’eman’’ verdi. Mekke’nin fethedildiği gün ‘’eman’’ istemeye gelen Mekke lideri Ebu Süfyan’ı gören Hz. Ömer dayanamarak Resulallah’a,

‘’Ey Allah’ın resülü ! İzin ver boynunu vurayım ’’ dediğinde kabul etmemiş ve en azılı düşmanı olan Ebu Süfyan’a dahi tereddüt etmeden yumuşak davranmiştı. O gün Ebu Süfyan’a sığınan kerkes ‘’eman’’ verm,ş ve bu kimselere de dokunulmamasını emretmişti. Seneler süren eziyetlere rağmen onlara en küçük bir öfke ve kin belirtisi göstermedi.

Resulallah’ın bağışlayıcılığına bir örnek de Yemame Hükümdarı Sümame b. Usal isimli İslam düşmanı bir savaş  esirine şu  muamelesidir:
Sümame bir savaş sonucunda esirdi. Mescidin direğine bağlanmıştı. Resululllah  kendisine  sordu: ‘’Benden  ne bekliyorsun ?’’ Sümame doğruyu söyledi:
‘’Sen zulmetmezsin, eğer beni öldürürsen kanlı bir katili öldürmüş olursun, serbest bırakırsan iyiliğe karşı teşekkür eden birini serbest bırakmış olursun.’’
Resulullah iki gün daha sordu, benzer cevapları aldı.
‘’Sümame’yi  salınız’’ dedi, üçüncü gün. Sümame’nin elleri çözülmüştü çözülmesine ancak  gönlü İslam’a ve Resulullah’a  artık çözülmemek  üzere bağlanmıştı. Fahr-i Kainat Efendimiz’in  engin  affı ve bağışlayıcılığının  tesiriyle Sümame  oracıkta İslam’la şereflendi.

Alemlere  rahmet Efendimiz (s.a.v) her zaman insanlığın imanını  ve kurtuluşunu ister, asi ve şaki olan toplumlara bile beddua etmezdi. Taif’te kendisini aşağılayan  ve kilometrelerce  taşlayıp kovalayan  Taifliler’e, ‘’Allahım bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı’’ dediği gibi benzer olaylarda da hep bağışlamayı ve hayır duayı  tercih  etmişti.
Bunlardan birinde Tufeyl b. Amr ed-Devsi (r.a), Hz. Peygamber’e (s.a.v) geldi ve, ‘’ Devs kabilesi helak olmuştur. Onlar Allah’a asi oldular ve (Tufeyl’in İslam’a davetine) yanaşmadılar. Onlara beddua et’’ demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) kıbleye yöneldi ve ellerini kaldırdı. Resulullah’ın bu hareketini gören herkes ,’’ Devs- kabilesi şimdi helak oldu!’’ diye düşünmüştü. Ancal Efendimiz’in mübarek ağızlarından  şu dua döküldü:
‘’Allahım! Devs kabilesine hidayet eyle. Onları İslam’a getir. Allahım ! Devs kabilesine hidayet eyle. Onları İslam’a getir!’’
Resulullah  (s.a.v) din, millet ayırt etmeksizin kendisine  karşı yapılan en adi suçları bile  affetmiştir. Zira Yahudilerden biri Resul-i Ekrem’e  (s.a.v) bir büyü yapmış ve Efendimiz (s.a.v) bı büyünün  tesiriyle  ünlerce rahasız olmustu. Birkaç gün sonra  Cebrail(a.s) gelerek Yahudilerden bir adam sana büyü yaptı; düğümlere üfürüp  falanca kuyuya attı. O kuyuya birini gönder de çıkartsın, demişti.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) Hz. Ali ‘yi  (r.a) o kuyuya göndermiş ve büyüyü bulup Allah Resülü’ne getirmişti. O da Cebrail’in (a.s)  kendisine öğrettiği şekilde düğümleri çözdü.
Sihir ortadan  kalkınca Hz. Peygamber (s.a.v)  sanki ayak bağları çözülürcesine kendine gelmiş, ferahlamıştı. Gönüller sultanı kendisine bu kadar tesir eden bu büyüyü yapan o yahudiye ne bir şey şöyledi ne de ona karşı  yüzünde n bir nefret  ifadesi  gösterdi.
Hz. Peygamber’i Hayber fethedildiği zaman da Yahudi bir kadın zehirli bir ikramla öldürmek istemişti. Resulullah yemeğin tadından zehirli olduğunu anladığında kadın da kinini kustu ve öldürme isteğiğnp itiraf etti. Sahabiler, ‘’ Ya Resullah! Onu öldürtmeyecek misin?’’ diye sordular.
Resul-i Ekrem  (s.a.v)  her zamanki  ahlaki üzere, iman eder ümidiyle affı tercih etti. Oysa bu zehir öyle kuvvetliydi ki ömrünün sonuna kadar Efendimiz’i rahatsz etmişti.

‘’ kim affederse Allah da onu affeder.
Kim bağışlarsa Allah da onu bağışlar.’’
‘’ Allah insanlara acımayanlara merhamet etmez.’’

1 Haziran 2015 Pazartesi

EFENDİMİZ’İN (S.A.V) HİLMİ VE YUMUŞAK HUYLULUĞU





Hilim kelimesi sözlükte ‘’ sabırlı,hazımlı ve agırbaslı olmak ‘’ anlamlarına gelir. Bir ahlak olarak hilim ‘’ insanlar arası ilişkide bağışlayıcı, hoşgörülü ve medenice davranmayı sağlayan ahlaki erdem’’ demektir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem) nefsi için hiçbir zaman kızmaz, düşmanlarını ve rakiplerini affetme yolunu izlerdi. Her durumda sakinliğini korur ve hiçbir olayda aşırı  heyecana kapılmazdı. Hoşa gitmeyen  bir durumla karşılaşınca sabır gösterir , tahrik edici durumlarda sağukkanlılığı  korurdu.

Vakarı ve ağırbaşlılığı hiçbir zaman terk etmezdi. Kusurlara karşı  bağışlayacıydı. Bütün bunlar Efendimiz’in  hilminin ve yumuşaklığının  göstergesiydi. Efendimiz en fazla ev haklına karşı bu hal üzereydi. Bu durumu Resulullah’ın  hizmetçisi  Enes (radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır:

‘’ Resul-i Ekrem(sallallahu aleyhı vesellem)bana bir seyı yapmamı emrettiğinde ,o işi yapmakta gevşek davrandığım veya hiç yapmadığım zaman beni azarlamazdı.  Şayet Ehl-ibeyt’ten biri seni azarlayack olursa da,’’ onu bırakın!eğer bu işin yapılması takdir edilseydi elbette olurdu’’ dıye onları bundan men ederdi.’’

Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem)hizmetkarına o kadar iyi huylu davranmıştı ki on sene hizmet etmesine rağmen , yaptığı bir şeyden dolayı ona’’bunu niçin böyle yaptın?’’,yapmadığı bir şey içinde ‘’bunu niçin şöyle yapmadın ?’’ dememiştir.öyle ki  Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) küçük Enes i bir gün bir ihtiyaç için dışarı gönderir.Küçük Enes , dışarıda çocukları görünce işe gitmeyi bırakıp onlarla oynamaya başlar. Hz. Resulullah yolda Enes ı oyun oynarken görür ,  yanına yaklaşır, başını okşar,sever ,gülümseyerek,’’Enes cik  gittin mi?’’ diye sorar. Gülümseyen nur yüzü ve ‘’Enes cik’’ diye hitabı Enes’i rahatlatır ‘’hemen gidiyorum ‘’ deyiverir.

Hz. Peygamber zevcelerine karşı da en üstün anlayıçla muamele ederdi. Peygamber hanımlarının bazen kendi aralarında çekiştikleri oluyordu. Bu durumlarda her zaman  itidali korur ve eşlerine kızıp onları incitmezdi. Bir defasında Hz. Hafsa (radıyallahu anha) Resulullah ‘a ve sahabilerine bir yemek yapmıştı. Bu durum Hz. Aişe(radıyallahu anha)annemizi kızdırdı. Çünkü  oda yemek hazırlamıştı. Hz. Hafsa yemeği koyarken  Hz. Aişe hizmetçisini göndererek Hafsa’nın  dengesini bozdu , Hafsa sofrayı devirdi yemek döküldü ve tabak kırıldı. Hafsa ( radıyallahu anha) mahcup bir halde oradan ayrıldı. Sonra Hz. Aişe kendi yaptığı yemeği gönderdi fakat Allah resulu  durumu anlamıştı . kırılan tabağı bır araya getirdi
Hz. Hafsa’ nın dökülen yemeğini kendi elleriyle topladı ondan yedi ve sahabilerine  yedirdi . Hz. Aişe’nin yemeğini ve tabağını ise Hz. Hafsa’ ya göndererek onun mahcubiyetini giderdi. Bu sefer Hz. Aise mahcup olmuştu. Fakat o hak ettiğini düşüdüğü gücenmenin izini Resulullah’ın yüzünde görmediğinden o da memnun oldu. Böylelikle  büyük huzursuzluğa sebep olabilecek bir olay Efendimiz ‘in Hilmi ve yumuşaklığı ile aşıldı.

Resulullah ‘ın (sallallahu aleyhi vesellem)bu güzel ahlakının bir yansıması da bedevilere karşı sergilediği tutumlardı. Zira bedeviler çölün zorlu şartlarında yetişen, medeniyetten uzak yaşayan kimselerdi. Aralarında sahabilerin tahammülünü zorlayan’’mescide abdestini bozan’’ veya ‘’çekiştirerek ve bağırarak Resulullah’tan erzak isteyen’’kimseler  de olurdu. Çoğu zaman bedevilerin bu kaba davranışlarına hiddetlenen sahabilerini Resulullah engellemişti.Bir defasında bedevi öyle çekiştirmiştiki Resulullah’ınhırkası yırtılmış,boynunda hırkasının sert yakasının izi kalmıştı. Peygamberimiz’in amcası Abbas benzer durumlardan dolayı Efendimiz ‘e bir taht hazırlanmasını istediysede şu cevabı aldı:
‘’hayır ! Allah içlerinden alıp huzura kavuşturuncaya kadar aralarında duracağım. Varsın ökçelerime bassınlar ,elbisemi çekiştirsinler ,kaldırdıkları tozlsr beni rahatsız etsin.’’

‘’muhakkak ki Allah rıfk sahibidir ve Rıfkı(yumuşak söz ve davranış )sever.’’

27 Mayıs 2015 Çarşamba

EFENDİMİZ’İN (S.A.V) TEVAZUU




Tevazu ‘’ kişinin alçak gönüllü olması, insanlara karşı kibir ve gururla davranmaması, kullıuk şuurunu her daim hissetmesi ‘’ anlamına gelir.
Fahr-i Kainat Efendimiz alemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı kimsedir. ‘’Sen olmasaydın sen olmasaydın ben bu alemleri yaratmazdım‘’ hitabını muhatabıdır. İslam’ın peygamberi ve İslam devletinin başkanı, kahraman ve muzaffer orduların komutanıdır. Fakat o tüm bunları kesinlikle imtiyaz vesilesi olarak kullanmamış, kibir ve gurur içerisinde hiçbir zaman olmamıştır. Her davranışında, söz ve fiilinde tevazu üzerine olmak resülullah’ın en belirgin ahlakıdır.
Efendimiz’in  güzide ashabından Ebü Musa el Eş’ari (radıyallahu anh) gönüller sultanı Efendimiz’in  tevazuunu şöyle anlatır:

‘’ Resulullah (sallallahu aleyhi vessellem) merkebe biner,kaba yünden dokuma elbiseler giyer, koyunlarını sağar,misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder ve ikramda bulunurdu’’
Tevazuunun  bir tehazürü olarak o kendi işini kendi görmek ister, başkalarının yapmasını beklemez. Elbiselerini kendisi yamar, evini kendi süpürürdü. Keçi sağması, develeri bağlaması, hayvanları yemlemesi onun tevazu halinden sadece birkaç örnekti.

 Hz. Ömer (radıyallahu anh) bir gün Resulullah’ın yanına gelir. Odasına girdiğinde Hz.Peygamber’in yerde, hurma lifinden dokunmuş kaba bir hasırın üstünde uyur halde görür. Hz. Ömer odaya şöylece bir göz atar. İçeride olanların tümü yerdeki hasır,birkaç avuç arpa,kuru bir deri parçası ve birkaç ağaç yaprağıdır. Gayretine  dokunur. Önce sessiz sesiz ağlamaya başlar. Göz yaşları yüzünden sakalına akmaktadır. Sonra iyice kaybeder kendini  ve hıçkıra hıçkıra bir çocuğun ağlaması gibi içten bir şekilde ağlamaya devam eder. Oluşan gürülyğ Efendimiz’i uyandırmıştır. Sorar:
-          Niçin ağlıyorsun ey Hattab oğlu?
-          Hz. Ömer daha da şiddetle ağlamaya başlar. Çünkü Fahr-i Kainat o esna doğrulmuştur ve yatmak için çok sert olan hurma lifleri Efendimiz’in yüzünde iz yapmıştır. Hz. Ömer  biraz sakinleştikten sonra,
-          - Ya Resulullah, Bizanslılar  imparatorlarını saraylarda lüks içinde, İranlılar kisralarını ihtişamla  yaşatıyorlar. Oysa onlar senin kapının hizmetçiliğine bile layık değiller. İzin ver, biz de seni layık olduğun şekilde yaşatalım.
Efendimiz tebessüm ederek tevazu ve kanaat ahlakıyla şu cevabı verir:
‘’ Ey Ömer , istemez misin dünya onların, ahret bizim olsun.’’

Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın oğlu İbn Abbas (radıyallahu anh) Efendimiz’in tevazuunu şöyle anlatmıştır:
‘’Resulullah (sallallahu aleyhi vessellem) yer otutut, yemeğini yerde yer ve koyunlarını sağardı. Arpa ekmeği yemek  üzere davet  eden bir  kölenin  davetini dahi icabet  ederdi. Medine halkından  biri, gecenin bir yarısı onu arpa ekmeği yemeye davet etse onu kırmaz dacetine icabet ederdi.’’
Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi vessellem) her seviyeden insana aile efradına, dostlarına hatta düşmanlarına  ve yabancı ülkeden gelenlere ilgi gösterir, onlarla gösterişten uzak olarak konusurdu. Kendisinin huzurunda, heybet ve vakarından  titreyen bir  yabancıya,
-Rahat ol! Ben  bir hükümdar  değilim. Ben, kuru et pişirerek karınını doyuran ,Kureyşli bir kadının oğluyum, buyurarak tevazu göştermişti.’’

‘’ Kim büyüklenir, övünürse Allah onu alçaltır.
Kim de Allah korkusundan dolayı mütevazı
olursa Allah da onu  yüceltir.’’